insan hakları

Human Rights and Empire Üzerine Bir inceleme: İnsan ve insan hakları eşit midir?

Sabri Danış

Sabri Danış

İnsan ve Toplum Bilimleri alanında Sosyal Bilimlerde güncel sorunlara bilimsel yaklaşımlar yaparak, iktisadi ve idari yönetimin sosyolojik değerlendirmelerini gerçekleştirmektedir.

Stajını T.C. İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Başkanlığı İnsan Ticareti Mağdurlarını Koruma Daire Başkanlığında tamamlamıştır. Stajı boyunca Avrupa Konseyi İnsan Ticaretine Karşı Eylem Sözleşmesine taraf olan ülkelerin GRETA Raporları ve Eylem Planları üzerine çalışarak rapor geliştirmiştir.

Türkiye'nin Toplumsal Yapısı, Sivil Toplum ve Demokrasi, Göç alanlarında araştırmalar gerçekleştirmektedir.

Lise yıllarından beri aktif olarak temsilcilik ve gönüllülük faaliyetlerinde görevler almaktadır.

Geleceğin Bilimi
Siyasal Teoriler Araştırmacı Asistanı

Tüm yazılar

İnsanlık tarihinde bizlere verilen haklar bizim haklarımız mıydı, yoksa bizleri kendilerinden ayırmak için bir lütuf gibi mi gösterildi?

Lisans hayatımın son senesi bugünlerde, Global Toplum ve İnsan Hakları dersinde Costas Douzinas’ın Human Rights and Empire adlı kitabını okurken lisans eğitimimin ilk yılında aldığım Siyaset Bilimine Giriş derslerini hatırladım. Aradaki fark aynı konuları belki daha bilgili ve farkında olduğum bir şekilde okuyor ve yorumluyor olmamdı. Son günlerde okuduğum bu kitabın ışığında konuyla ilgili kendi düşüncelerimi ele almak motivasyonuna başvurarak bu yazıyı sizler için derledim.

Douzinas der ki; insanlık modernitenin bir icadıdır. Hem Atina hem de Roma’da ‘yurttaşlar’ vardı ama onlar insan türünün üyeleri anlamında ‘men (insan)’ değillerdi. Özgür erkekler (insanlar) Atinalı ya da Spartalı, Romalı ya da Katarca lıydı ama kişi değillerdi; Yunanlı ya da barbardılar ama ‘insan’ değildiler (Douzinas, 2016: 27-28). Antik dönemde Helenistik felsefe ve Stoacılıktan gelen ‘humanitas’ fikri, eğitimli Romalılar homo humanus ve homo barbarus arasında ayrım yapmak için vardı. ‘Human man’ jus civile’ de (roma eski dönem hukuku) düzenlenmiş, ‘homo barbarus’ ise jus gentiuma (milletler hukuku) tabi tutulmuştu. Douzinas burada komik bir benzetme yaparak jus civile’yi Oxford Greats’de  okuyan ve havalı bir aksanla konuşan mezuna benzetirken jus gentium için gerçek insan karmaşıklığından yoksun imparatorluk merkezinden uzakta olan olarak bahsetmektedir. Humanus, Yunan ve Roma medeniyetleri arasında Romalıların üstünlüklerini dünyaya kabul ettirmek için kullandığı bir terim olarak açıklanmaktadır. Buradan hareketle Yunan  bir profesörün, Douzinas, batılı perspektife eleştiri yapması biraz bana da cesaret vermiş olabilir.


“İnsan haklarının keyfini çıkaran görgül (deney ve gözleme dayalı-empirik) insan, ziyadesiyle ‘insan’dır ve öyle kalır: tuzu kuru, beyaz, kentli, erkek. Bu hakların insanının kimliğinde, soyut insanlık onuru ve güçlüler topluluğuna ait olmanın getirdiği gerçek imtiyazlar somutlaşır

 (Douzinas, 2016: 30).

*****

Douzinas, Tuzu kuru, beyaz ve kentli erkekleri insan olarak atıflıyor. Bu tanım dışında kalanların insan tanımına uymadığını ve aslında insan hakları dediğimiz kavramın bu sınıf için ortaya çıktığını anlıyorum… Bu da benim aklıma insan haklarının daha geçen yüzyıla kadar çiğnendiği köle ticareti ve ten renginden dolayı kent dışına itilen yoksul ve siyahi ırkları çağrıştırıyor.

İnsan hakları ve hümanizm kavramları burada tarihsel ve kültürel bir bağlama sahiptir. Bu bağ Tarihten örnek verecek olursak insan haklarındaki ‘beyaz’ vurgusunun Atlantik köle ticareti sonrası 1900’lü yılların başlarında dahi devam ettiğini görebiliriz. 1904 yılında yapılan ‘Beyaz Kadın Ticaretinin Engellenmesi Sözleşmesi’ ırkçı ve cinsiyet ayrımına hem de insan hakları konusunda sınıfsal bir statüye  sahiptir. Bu ayrım yapılan reformlar ve gelişen insan hakları anlayışı neticesinde ‘1949 İnsan Ticaretinin ve Fuhuş Amacıyla İstismarın Önlenmesi Sözleşmesi’yle’ tüm insanları kapsayacak ve haklarını koruyacak hale gelmiştir. İnsan hakları bu noktada farklı kültür ve tarihsel mirasa sahip perspektiflerden değerlendirilmeli ve var olduğu kökeni, amacı ve felsefi nedeni ortaya çıkarılarak açıklanmalıdır.

 

Bir diğer noktada ise insan haklarının emperyal beklentileri sebeiyle araçsallaşmasına  değinmek istiyorum. İnsan haklarının devletler tarafından emperyal bir güç ve hatta emperyalizmin çağdaş silahı olarak kullanıldığı maalesef geçmişten günümüze tüm siyasi olaylarda karşımıza apaçık bir şekilde çıkmaktadır. Sözde insan haklarının kurucuları ve bu egemen gücü kendileri için kullananlar insan hakları ihlallerini öne sürerek kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmektedirler; Irak’a özgürlük getirmek, Avrupalı Yahudiler Soykırımı… Ya da tam tersini düşündüğümüzde bu sözde insan hakları uygulayıcılarının Filistin’de yaşanan insan hakları ihlallerine çıkarları uğruna sağır, dilsiz ve kör olmalarını; üç maymunu oynamalarını örnek verebiliriz.

 

İnsan haklarını tarihsel süreçte tanımlamaya çalıştığımızda da bu örnekleri görebilir ve bir puzzle misali kavramları tamamlayabiliriz. Birinci kuşak insan haklarını incelediğimizde tekil kişilere -monarch- karşı klasik Türk tabiriyle ‘ensesi kalınların’ -burjuva- kişilik ve siyasi haklarını kabul ettirmesiyle oluşan grup merkezli haklar yerini 1830 devrimleri ve marksist düşünceler ile burjuva ve halk arasında gelişecek olan sosyal ve ekonomik azınlık hakları olan ikinci kuşak haklarla devam ettirmiştir. İkinci dünya savaşından sonra ise burjuva ve devletler (azınlık ve grupların yerini devletler almıştır) halkı ile dayanışma içerisine girerek başka devletlere karşı olmuş üçüncü kuşak haklar olarak tanımlanacak olan toplumsal taleplere dayalı haklar,  insan hakları bağlamında ortaya çıkmıştır. 

 

İnsanın biricik normatif değeri yoktur. Fakat siyasi, askerî ve  İnsan hakları mücadelelerini tüm bu nedenlerle sembolik ve siyasi olarak yorumlayabiliriz. Dönemler ve tarihsel döngü insan haklarını şekillendiriyor mu, insanlar hep eşit miydi, doğal hukuk bizlere ne kadar anlatıldı ya da biz ne kadar yaşıyoruz, tartışmalı ve yazıp bağırmalıyız.

 

Çocukların ve masum insanların ölmediği, insan hakları diye betimlediğimiz hakların herkese eşit olarak uygulandığı, barış götürmeye gerek olmayan ve gerek olduğunda barışın ölümle oluşturulmadığı daha adil bir dünya için…

 

“Birbirimize karşı değil, birbirimize doğru döndüğümüzde, çeşitliliğimizin değerini anladığımızda daha güçlü oluruz… ve birlikte adaletsizliğin kalın duvarlarını yıkabiliriz.” 
                                                              – Cynthia McKinney

 

 

Kaynakça:

Douzinas, C. (2007). Human rights and empire. Routledge.

Douzinas, C. (2016). Hukuk,Adalet ve İnsan Hakları: Eleştirel Bir Yaklaşım.

What are the 30 Human Rights?,  https://thehaguepeace.org/site/what-are-the-30-human-rights/ (Erişim Tarihi: 10.05.2024)

Facebook
Twitter
LinkedIn
Telegram
WhatsApp