- Mehmet SUBAŞI
- 29 Nisan 2020
- Blog
Kefernahum, son zamanlarda izlediğim en dokunaklı filmlerden biriydi. Dünyanın görmek istemediği coğrafyada yaşanan olayları belki de en içten anlatımla bize aktaran bir film. Fakirliğin ve sefaletin en yoz ve acımasız haline bırakmış, insanlığın öldüğü bir yerde, topluma bir umut ışığı olabilecek çocuk olan Zain’in, insanlığı yeniden diriltmek isteyen mücadelesini kendi bakış açısıyla anlatıyor.
Yönetmen Nadine Labaki, belgesel havasında bir anlatımla gerçek dünyadan iç yakıcı bir hikaye anlatırken kamerasını tam da bizi olayın içine çekecek yere, Zain’in hayatına konumlandırıyor. Kategorize etmeden, önyargı koymadan ve olay örgüsünden ayrılmadan saf bir şekilde Zain’in yaşadığı gerçekliği ve bunun karşısındaki isyanıyla karşı karşıya getiriyor seyirciyi. Ve bu gerçekten kaçamayıp yüzleşmekle baş başa kalıyoruz.
Kısaca bahsedecek olursak Zain, anne babası ve birçok kardeşiyle birlikte, perişan bir yaşam süren, okula gidemeyen, düzgün yemek yiyemeyen ve insanlığın en temel gereksinimlerinden bile yoksun Lübnanlı bir çocuk. Ondan beklenen, sokaklarda para kazanması ve her şeye rağmen ayakta kalması. Zain, kaotik ülkenin hayatta kalmaya çalışanlarından biridir. Dahası, etraflarında onların bu yoksulluğu ve çaresizliğinden faydalanan bir başka kesim vardır: leş kargaları. Aslında onlar da bu yoksulluğun içinde yaşar ama yoksulların sırtından vurgun vururlar. Tıpkı sahte kimlik yapan, kaçak göçmenlerin zorlukla kazandıkları parayı boş vaatlerle ellerinden alıp onları tuzağa düşüren adam, 12 yaşındaki kızı evlenme bahanesiyle evine kapatıp istismar eden bakkal gibi.
Filmin devamında Zain’ın küçük bir çocuk olarak etrafında gördüğü bu bozuk düzene nasıl karşı koyabileceğini, ne kadar ayakta kalabileceğini izliyoruz. Kız kardeşinin katilini bıçakladığı için hapse düşen Zain, hem kendisini dünyaya getirdikleri, hem de bu sefil yaşama dahil ettikleri için anne ve babasını mahkemeye veriyor. Aslında Zain’i çileden çıkartan kız kardeşinin kaybı üzerine yeni bir çocuk dünyaya getirmeye hazırlanan ana babasının umursamazlığıdır. Böylesine bir yoksulluğun içinde çocuğun hiçbir değeri yoktur. Tıpkı doğadaki gibi güçlü olan yaşar, diğerleri yok olur, yerlerine yenilerinin gelmesi gerekir ki düzen devam etsin. Film bize Lübnan’dan çeşitli kesitler de sunuyor: yaz sıcağında pervanelerin serinletmeye çalıştığı hapishane ortamında, insanların fare gibi tıkıldıkları dehlizler, kullanılmayan bir tuvalette bebeğini büyütmeye çalışan Etyopyalı kaçak işçi kadın gibi. Kefernahum insanlığın görmekten kaçındığı dünyayı gösteriyor biraz da.
Tabi filmi bu kadar iyi yapan diğer etken de filmin oyuncu kadrosunun tamamının o hayattan gelme çocuklar olması. Hayatlarının senaryoya uzak olmamaları belki de.. 10 aylık bebek bile büyük bir aktör gibiydi. Gerçek hayatta da kağıtları olmayan ve hastalandığında tedavi olması için zorluk çıkarılan bir oyuncu o. Üstelik ailesi de çekim sırasında kaçak göçmen oldukları için yakalanıp tutuklanmış ve bebek onları görsün diye zaman zaman cezaevine götürülmüş. Başrol oyuncu Zain, ki o da kaçak bir göçmen, muhteşem bir iş çıkarıyor, bakışları, öfkesi, mutluluğu biraz da kendi yaşamından kesitleri canlandırdığı için, değme ödüllü aktöre taş çıkar desek yeridir. Oyuncuların kendi hayatlarından bir kesiti sunmuş olmaları filmin akışı ve doğallığını üst seviyeye çıkardı.
Bizi filmin içine çeken bir hikayesi olan Kefernahum, duygularını bize çok canlı yansıtan ve bir çok açıdan insanlara ders vermesi gereken bir film oldu. Yokluğun, sefaletin ne demek olduğunu iliklerimize kadar işleten bu filmi herkesin en kısa sürede izlemesi gereken bir film ve şimdiden iyi seyirler diliyorum.
No Comments
Sorry, the comment form is closed at this time.