Fırat Semih Avşar, Toplumsal yapı, savunuculuk ve insan hakları alanında çalışmalar yapmaktadır. T.C. İçişleri Bakanlığında proje bölge koordinatörü olarak görev yapmıştır.
UNHCR aracılığıyla sürdürülebilir kalkınma ve insan onuru alanında proje de görev almıştır, birçok projenin yazımı ve koordine edilmesinde yardımcı olmuştur. Birleşmiş Milletler Mülteci Yüksek Komiserliğinde gençlik liderliği sertifikası almıştır.
T.C. İçişleri Bakanlığında Göç İdaresi Başkanlığı bünyesinde göçmen hakları, dezenformasyon, savunuculuk ve toplumsal uyum alanında proje koordinatörlüğü yapmıştır.
Araştırmacı olarak bir çok araştırma merkezinde mülteci ve göçmenler üzerine saha ve analiz raporlarında yer almıştır. Şu anda İstanbul Medipol Üniversitesi, Ayrımcılığı Önleme ve Eşitlik Ombudsmanlığı ofisinin idari personeli olarak görev yapmakta ve yüksek lisans eğitimine devam etmektedir.
Geleceğin Bilimi
Siyasal Teoriler Araştırmacısı
Ortadoğu isminin siyasi bir birikime sahip olduğunu ve bölgenin yıllardır sömürgeye maruz kaldığını belirtmeliyiz. Arap ayaklanmalarında halkın yeraltı kaynakları zengin olan bir coğrafi bölgede yaşamalarına rağmen asla yeterli desteği devletten görememiştir. Ekonomik açıdan çok kötü durumlara maruz kalmışlardır. Arap ayaklanmalarının başlangıcı mesleğini yapamayan bir gencin sokak satıcılığı yaparken işine engel olunması ve çözüm bulunamaması halinde 17 Aralık da 2010 yılında Tunus da kendisini valilik önünde yakmasıyla başlamıştır. Bu beraberinde hükümete karşı başlanan büyük bir eyleme dönüşmüştür. Halk kendi iradesiyle sokaklarda eylemlere katılmaya başlamış ve Arap dünyasındaki siyasi otoriterliği ve çıkarlardan duyulan zararları engellemek istemiştir. Hükümet halka ifade özgürlüğü vermiyor, otorite kurmaya çalışarak baskılıyordu. Mevcut petrol yataklarına rağmen halk ekonomik açıdan kötü durumda yaşamaktadır. Özellikle 2011 yılıyla birlikte Arap ayaklanmaları Ortadoğu genelinde kendini göstermiştir ve Arap rejimleri yönettiği toplum ile uzlaşamamaya başlamış, hükümet ile halk karşı karşıya gelme sürecine girmiştir. Ayaklanmalar toplumsal olarak göstermiştir ki insanlar artık baskı rejimlerinden ve otoriter sistemlerden sıkılmış daha özgür ve fikirlerini rahatça söyleyebileceği ortamlar kurmak istemişlerdir. Siyasetin baskıcı ve bir o kadar da kısıtlayıcı tavrı Ortadoğu için 2010 yılının son dönemlerinde farklı girişimlerle halk için bir ayaklanma fırsatı yaratmıştır. Toplumsal açıdan halkın, siyasi açıdan hükümetin otoriter sisteminin mağduru olan birçok kesim olmuştur. Öncelikle kadınlar, işsiz gençler, İslami liderler, farklı güvenlik kolları, ordu veya polis harekete geçmiştir. Bu ayaklanmanın başlangıcında Muhammed Buazizi vardı, kendisi Arap toplumunu en iyi anlatan örneklerden biridir. Buazizi, kendi mesleğini yapamadığından işsiz kalmamak için seyyar bir araba ile satış yapmaktadır. Zaten kendisi ihtiyaç sahibi olanlar ve yoksulluğun fazla olduğu bir bölge de yaşayan biridir. Ortadoğu da polis algısı güçlü bir oluşumdur. İnsanlar ve polis arasında rüşvet temelli bir ilişki hakimdir. Polis halktan rüşvet alarak sessiz kalmayı tercih etmektedir. Muhammed Buazizi rüşvet verecek parası olmayan 26 yaşında bir gençti ve sokakta satış yapabilecek bir izni yoktu. Ancak o, mecbur kaldığını belli etmesine rağmen satış yaptığı arabasına polisler tarafından el koyuldu. Yaşanan bu olayın ardından Buazizi, başka çaresinin kalmadığını belirterek valilik önünde benzin dökerek kendisini yakmış ve otoriter rejimlere karşı ilk hamleyi başlatmıştır. Ortadoğu, sosyal açıdan baktığımızda yaşam zorluklarının çok fazla olduğu bir ülkedir. Diktatör, sürekli kendi için çalışan liderler, kolluk kuvvetlerinin baskısı, ekonomik bataklık, siyasal haksızlıklar ve siyasi iktidarsızlık çok fazladır. Dönemin Tunus Devlet Başkanı Zeynel Abidin, Buazizi’nin ölmesinden kısa süre sonra istifa edip Fransa ‘ya gitmek istese de Batı kabul etmemiş ve Arabistan’a sığınmıştır. Ülkeden kaçarken yanında halka ait paha biçilemez değerli altınları da götürdüğü bilinmektedir. Aslında Arap ayaklanmalarını incelediğimiz de halkın ayaklanma için haklı olduğunu, siyasilerin diktatör tavırları ve halkı hiçe sayan tutumlarını ancak ayaklanma ile devirebilirlerdi. Bu ayaklanma Ortadoğu genelinde Tunus’tan cesaret alarak ilerledi ayrıca Batı ülkeleri de yeraltı kaynaklarına bu müdahaleler sonrası erişebileceğini düşünüyordu. Mısır’da cesaretlenen halk Kahire’den ve beraberinde birçok şehirden yürümeye başlayıp 25 Ocak 2011 tarihin de mevcut yönetimde olan Hüsnü Mübarek’in artık istifa etmesini ve 30 yıldır oturduğu Cumhurbaşkanlığı koltuğundan ayrılmasını talep ediyordu. 1 ay dahi geçmeden ayaklanma arttı ve milyonlarca insan sokağa çıktı. ABD başkanı Obama bir lider olarak ‘Mübarek halkını dinlemeli ve ayrılmalı’ demiştir. Suriye de ise ayaklanmalar rejimin gitmesine yönelik başlamıştır ve diğer ayaklanma hareketleriyle benzer noktası bu olmuştur. Ancak Suriye de rejim istenilen ivmeyi vermemiştir ve ayaklanmaya karşı sert bir dönüş olmuştur. Bir diğer örnek de Mısır da çeyrek asırdan fazla süredir duran Mübarek’in istifa ederek uzaklaşmasıdır. Oluşan makam boşluğuna sonraki sene seçimlerle Muhammed Mursi gelmiştir. Mursi Müslüman kardeşlerle bağlantılı bir isimdir, El-Sisi ise darbe ile kontrolü kendisi ele almıştır. Toplumsal olarak Arapların ayaklanmaya başlaması
Ve haklarını istemeleri bulundukları şartlar içinde olumlu bir kalkışma diye de söylenebilir ancak sonuçları bakımından istenilen siyasal haklara, toplumsal rahatlamalara ve ekonomik kalkınmaya geçememişlerdir. Batı ayaklanmaları kendi çıkarları için savunmuştur ve ayaklanmalar beraberinde toplu katliamları, zorunlu göçleri getirmiştir.
Ortadoğu da otoriter sistemlerde Suriye’de Hafız Esed iyi bir örnektir kendisi istihbarat uygulamalarını kullanmıştır. Çok uzun yıllar cumhurbaşkanı olarak bulunmuştur. Suriye 1970 döneminden 2000’li yıllara kadar Esed yönetimde kalmıştır. Aslında Ortadoğu gerçeğinde darbecilerden devlet başkanlığını ele geçirenler çok uzun yıllar anti demokratik hamleler yapmıştır. Esed otoriter biriydi, güçlü orduları seven bir kişiliği de vardı. Demokratik olma süreçlerini barındırmıyordu, örgütlenme özelliği, ifade özgürlüğü, seçim yapabilir olma bu süreçlerini barındırmaz. Ortadoğu da her ülke de otoriter sistemler elbette farklılıklar gözlenmiştir. Tunus devletinin Başkanlığını yapan Habib Burgiba toplumu polis ve istihbarat üzerinden yönetmiştir. Çoğu ülkeye nazaran Burgiba ülkede ordu yerine polis yönetimini esas almıştır. Ortadoğu da otoriter rejimlerde Hafız Esed örneği dışında aynı özelliklerle benzeye Saddam Hüseyin de vardı. Irak ve Suriye rejimleri ve devlet başkanları birbirleriyle benzer özelliklere sahipti. Mısır da rejim sonrası dönemlerde ordu her zaman ön planda olmuş ve menfaatlerini düşünmüştür. Otoriter bir sistem de zaten devlet başkanı olan kimseler orduyu, polisi destekler haldedir. Demokratik sistemlerde yasama, yürütme ve yargı bağımsız şekilde ilerleyebilir ancak Ortadoğu da diktatörlük, cumhuriyet farklı sistemler siyasal olarak iç içe geçmiştir diyebiliriz. Mısır’da Nasır, Cumhuriyet dönemini başlatmış ancak sonu sistemin diktatörlüğüne devrilmiştir. Ortadoğu da belki de Kaddafi’nin Lübnan içindeki tek adam otoritesi örnek olabilir. Ortadoğu ülkelerini düşünürsek Mısır, Lübnan, Irak, Yemen, farklı yönetim tarzlarının olması beklenebilir bir şeydir, otoriterleşme sürecinin hepsinde farklı olması normaldir, otoriter sistemin yöneticisi kimse onun istekleri doğrultusunda şekillenebilir. Hafız el-Esed Suriye de siyasal sistem de boşluk bırakmayacak şekilde kendi planlamalarını yaptırmıştır. Ordu-polis ilişkisi, Milli eğitim, Yüksekokullar, üniversiteler, bürokratik işleyiş, toplum hareketleri olan sivil toplum kuruluşlarının hepsi aslında Esed rejiminin bunları kontrolü altına almasıyla kendi yönetiminde sistemi kaçak bırakmayacak şekilde düzenletmiştir. Çok partili bir sistem döneminde mümkün olmamakla birlikte Esed döneminde istihbarat zaten insanları denetleyerek rejim içinde bulunmasına fırsat sağlıyordu. İstihbarat sistemiyle halk rejim içinde konuşmaya korkar hale gelmiştir, herkes birbirini rejime bildirebilirdi. Ülke içinde istihbaratta güçlü olan kişiler rejimin gözüne girmeye çalışıyordu. Esed ekonomik açıdan insanlara fazla müdahale etmemiştir, dini bir şartlılık koymadığını da belirtmemiz gerekiyor bir dini guruba mensup olmalısın tarzında bir müdahalesi olmamıştır. Esed, Suriye de mümkün olabildiğince siyaset arenasında kendini muhaliflere karşı korumuştur, sistem açık olmaksızın bir şekilde rejimin kontrolünde olmuştur, insanlar en yakınlarının kendilerini istihbarata şikâyet etmesinin korkusunu yaşamışlardır. Esed’in kurduğu otoriter rejim, onun tek adam olduğu ve ülkeyi kaosa sürüklediği bir rejim halini almıştır. Partisinin ona olan bağlılığı ve istihbarat gücü ile hâkim olduğu yerlerde diktatörlüğünü göstermiştir. Rejim onun için bir fırsat ve güç gösterisiyken halk için ezildikleri ve baskılandıkları bir şey olmuştur.